Transatlantik: Trump gözünü Gazze'ye dikti | İran'a ABD'den maksimum yaptırım | Eş-Şara'nın Türkiye ziyareti

05.02.2025 medyascope.tv

5 Şubat 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız Transatlantik’i yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. ‘Transatlantik’le karşınızdayız. Gerçekten konuşacak çok konu var, bunları olabildiğince azaltmaya çalıştık. Washington'da Ömer Taşpınar ve Gönül Tol’la birlikte bu konuları değerlendireceğiz. Arkadaşlar, merhaba. Yayına girmeden hemen önce Ekrem İmamoğlu hakkında yeni bir dava açıldı, görmüşsünüzdür. İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Akın Gürlek hakkında söyledikleri nedeniyle, 7 yıl hapis isteniyor. Türkiye artık yargı üzerinden siyasetin tartışıldığı bir ülke oldu. Türkiye'de önemli bir başka gelişme de Ahmed eş-Şara’nın Ankara ziyareti. Başlangıcı seninle yapalım Gönül. Daha sonra Trump'ın iki önemli adımını konuşacağız. Birisi, Gazze'yi boşaltma niyeti, bir diğeri de İran'a yönelik yaptırımların en üst düzeye çıkarılması. Ama önce eş-Şara’nın Ankara ziyaretinden başlayalım. Suriye yeni yönetiminin Dışişleri Bakanı da önce Suudi Arabistan'a gitmişti, sonra Türkiye'ye geldi. Ahmed eş-Şara, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yolladığı uçakla Türkiye’ye geldi, eşi de yanındaydı. Çok üst düzey görüşmeler yapıldı ve kısa açıklamalarda ‘’terörle mücadelede ortak anlayış ve işbirliği’’ dendi. Burada terörden kastedilen, yani Erdoğan'ın esas kastettiği PYD YPG olsa gerek. Ama benim bildiğim kadarıyla, Suriye'deki geçici yönetim, PYD YPG'yi, diğer adıyla SDG’yi terör örgütü olarak tanımlamıyor. Tabii işin içerisinde bir de IŞİD olduğu için belki öyle geçiştiriliyor. Ne dersin, bu ziyaret nasıl geçti? Batı’da yerleşmiş olan ‘’Türkiye Suriye'deki yeni rejimin hamisi’’ imajını daha da güçlendirdi mi?
Gönül Tol: Aslında o imajı güçlendirmemek için Suudi Arabistan’a gitti, yani sebeplerinden bir tanesi oydu. Batı’da çıkan haberlerde beklenti Ahmed eş-Şara'nın ilk Türkiye'ye gitmesiydi, öyle olmadı, önce Suudi Arabistan'a gitti. Bunu daha önce konuştuk. İlk Suudi Arabistan'a gitme sebeplerinden bir tanesi, tam olarak Türkiye'nin Suriye’nin hamisi olmadığı mesajını vermek. Neden bu mesajı vermek istiyor? Her şeyden önce Körfez ülkelerindeki endişeyi gidermek istiyor. Körfez ülkelerinin yeni Suriye'ye dair endişelerinden birincisi, Suriye’nin, Türkiye'nin yani Erdoğan'ın kontrolü altında olması endişesi var. İkincisi, sonuçta cihadi kökleri olan bir grup Esad'ı devirdi. Dolayısıyla siyasal İslam endişesi var ve Körfez ülkeleri Erdoğan'ın da İslamcılığından endişe ediyor. O nedenle bütün bu endişeleri gidermek için önce Suudi Arabistan'a gitti. İkinci olarak da Türkiye'ye geldi. Aslında çok beklenmedik açıklamalar yapılmadı. Erdoğan “Teröre karşı mücadele ediyoruz” dedi ama sadece YPG'yi kastetmedi. Onun içinde, Batı’ya ve özellikle Trump'a “IŞİD'e karşı birlikte etkin bir mücadele yürüteceğiz” mesajı vardı. Çünkü Amerika'da herkes Trump'ın ne yapacağını bekliyor. Amerikan güçlerini Suriye’den çekecek mi? Bugün programa katılmadan hemen önce bir haber gördüm. Pentagon “Suriye'den asker çekme konusunda planları netleştirmeye çalışıyor” deniyordu haberde. Trump'ın ne yapacağını beklerken, çok net bir şekilde Erdoğan da eş-Şara da Amerika'nın çekilmesini istiyor ve bu konuda da Trump yönetimine güvence vermek istiyorlar. “Çekilirseniz IŞİD’in yeniden hortlamayacak, biz mücadeleyi yürüteceğiz” mesajı verilmek isteniyor.
İkinci dikkatimi çeken şey, Türkiye'nin yeni üsler kuracağıydı. ‘’Savunma işbirliğini pekiştireceğiz’’ mesajı verildi ve Türkiye'nin, hâlihazırda Suriye içerisinde bulunan üslerin dışında, iki üs daha kurulacağı söylendi. Bu da önemli, çünkü biliyorsun İsrail de Suriye'nin güneyini işgal etmiş durumda ve orada da bir askeri hareketlilik var, İsrail oradaki askeri varlığını uzun vadeli kılmaya çalışıyor. Bu yeni üslerin nerede kurulacağını bilmiyoruz. Dolayısıyla, Türkiye’nin İsrail’le Suriye'de çok kafa kafaya gelme durumu olacak.  Bir üçüncüsü, Suriye Demokratik Güçleri meselesi. Ahmed eş-Şara birkaç gün önce The Economist dergisine bir röportaj verdi ve o röportajda “Aslında Türkiye askeri olarak SDG’ye karşı müdahale edecekti fakat biz müzakerelere zaman tanınmasını istedik” dedi. Muhabir “Müzakereler nasıl gidiyor?” diye sordu, “Çok da iyi gitmiyor” dedi. Burada da bence not alınması gereken şeylerden bir tanesi, Suriye'de, Türkiye'de Öcalan'la görüşmelere ve müzakerelere paralel olarak yürütülen görüşmeler var. Ayak direyen taraf Mazlum Kobani bir sürü şey söyledi, “Yeni Suriye Ordusu’na entegre olmaya hazırız. Müzakereler çok iyi gidiyor” dedi. Fakat Suriye Demokratik Güçleri de Trump'ın bir sonraki adımını bekliyor. Çünkü eğer Amerika Suriye’den çekilirse, SDG’nin eli müzakerelerde çok daha zayıflayacak ve hem Ankara'nın hem Şam'ın talep ettiği şeyleri vermek durumunda kalacak. Kısacası Ahmet eş-Şara’nın Ankara ziyareti sembolik açıdan önemliydi. Mesela Osmanlı geçmişine vurgu yaptı ama onun dışında beklenmedik bir şey olmadı. İlişkilerin daha güçleneceği mesajı verildi.

Ruşen Çakır: Ömer, sen ne dersin, katılıyor musun? Sembolik anlamı dışında altını çizmek istediğin birtakım hususlar var mı?
Ömer Taşpınar: Bana şunu hatırlattı: ‘’Komşularla sıfır sorun’’ döneminde, AK Parti'nin ilk iktidara geldiğinde, Arap Baharı’na kadar yaklaşık 8 yıl takip edebildiği politikaya baktığımızda, Esad Suriye’si, Türkiye'nin bölgede kendine en yakın gördüğü ülkeydi. Ortak kabine toplantıları yapılıyordu, vizesiz bir şekilde seyahat sağlanmıştı, Türkiye ve Suriye arasındaki ekonomik ilişkiler çok gelişiyordu. Fakat tabii ki bunun içi birazcık boştu. Arap dünyasıyla ve Ortadoğu'da sıfır sorun idealini bir şekilde devam ettirmek zordu. Çünkü halklarla rejimler arasında sorunlar vardı. Dolayısıyla, AK Parti'nin bu ilk dönemi, Arap Baharı ile beraber ikinci dönemine girdi. Türkiye ikinci döneminde, Arap Baharı’nda çok ciddi sorun yaşadı. Çünkü ideolojik olarak kendini daha güçlü hisseden, askeri vesayeti bitirmiş bir Erdoğan, İslamcı bir politikayla, Müslüman Kardeşler’i oynadı. O ikinci dönem kapandı. Üçüncü dönemde daha pragmatik ve Birleşik Arap Emirlikleri ile Suudi Arabistan ve Mısır'la barışmış bir şekilde, tekrar ticarete, reel politiğe önem veren bir Türkiye'nin, tıpkı birinci dönemde olduğu gibi, Suriye ile çok daha organik ve çok daha gerçek bir ilişkisi var. Rejimin değişmesinde oynadığı rol bütün dünya tarafından biliniyor ve bu ziyaret de bir bakıma onu taçlandırıyor. Reuters’e ve dünya basınına baktığımızda, Ahmed eş-Şara'nın gelmesi, bir güvenlik anlaşması beraberinde getirecek. Suriye bir bakıma, Türkiye'nin Arap dünyasındaki neredeyse arka bahçesi haline gelebilir. Bunun önündeki en büyük pürüz tabii ki Türkiye'nin halletmek istediği YPG ve Kürt meselesi.
Türkiye Irak'ta da böyle bir dizayn içindeydi, Irak'ta da etkili olmak istiyordu. Fakat her zaman için İran etkisi altında olan, demografik olarak Şii çoğunluğun olduğu ve yönetimin İran'a daha yakın olduğu bir Irak’ta, Türkiye bunu yapamadı. Ama Suriye'nin, Türkiye'nin bu yeni Osmanlıcı, üçüncü dönem Ortadoğu politikalarında en önemli ülke olduğu artık ortada. Tabii ki bunun getireceği belirli sorunlar, riskler ve fırsatlar var. Bunları önümüzdeki dönemlerde göreceğiz. Savunma anlaşmaları demek, sınırlarına garantiler getirmek demek. Potansiyel olarak İsrail'le uzun dönemde sorunlar yaşamak demek. Türkiye'nin, sıfır sorun ve Arap Baharı dönemine göre, Ortadoğu'ya çok daha organik, çok daha gerçek bir şekilde girdiği bir dönemden bahsediyoruz. Erdoğan'ın, evde otoriter bir şekilde kendini çok daha güçlü hissettiği ve dışarıda da Suriye zaferiyle Türkiye'nin palazlandığı, daha güçlü hissettiği, belki ekonomik olarak evde zayıf ama dışarıda askeri olarak güçlü olduğu bir dönem. Türkiye’nin bölgedeki gücüne baktığımızda, Katar'da bir askeri üssü var, Somali Deniz Güçleri’ni kuruyor. Askeri satışlara da baktığımızda, savunma sektörünün verdiği rakamlar Türkiye'de büyüyor. Türkiye’nin kendini güçlü hissettiği bir dönem ve bu Savunma Anlaşması Suriye ile ortaya çıkacak. Suriye'de üslerin kurulacak olmasını açıkçası çok ciddiye alıyorum. Fakat Suriye'ye para nereden gelecek meselesi var. Bu paranın geleceği yer de şu anda iki büyük alternatif olarak Körfez. Bir de tabii ki Batı’nın yaptırımları azaltması gerekiyor. O nedenle Ahmed eş-Şara şu ana kadar Türkiye'yi, bir bakıma Türkiye de onu çantada keklik olarak görüyor. Bunlar birbiriyle organik ilişkiler içinde olan iki ülke. Gönül’ün söylediği gibi ikna edilmesi gereken kesim Körfez ve tabii ki daha önemlisi Batı. Çünkü ancak Batı’dan gelecek dış yatırımla ülke belini doğrultabilir. Türkiye de buna bakıyor. Çünkü Türkiye'nin Suriye'yi ayağa kaldırması için, o inşaat şirketlerinin girmesi için, Suriye'nin paraya ihtiyacı var. Türkiye'de şu anda olmayan bir şey de para.
Gönül Tol: Ruşen, Ömer Türkiye’nin bölgeye çok daha güçlü girdiğini söylüyor, ben Ömer'in düşündüğünün tam tersini düşünüyorum. 2011'de Suriye'de protestolar başlamış ve Türkiye'nin askeri silahlandırmasıyla, bu, bir iç savaşa evrilmiş ve kısa bir zaman sonra Türkiye'nin desteklediği ve Türkiye'ye yakın bir grup tarafından Esad'ın devrildiği bir senaryoyu düşünün. Düşünün, yıl 2011, 2012, 2013. Ömer'in şimdi bahsettiği üçüncü dönemde Türkiye bölgeye çok daha güçlü olarak giriyor. Asıl o zaman girerdi. Çünkü o zaman ekonomik olarak güçlü bir Türkiye vardı, otokratikleşme 2011'de çok net sinyalini vermişti. Fakat yine de çok daha yine de daha güçlü olarak girerdi. Şimdi çok daha güçlü giremiyor. Neden giremiyor? Birincisi, ekonomik problemler. Erdoğan'ın etrafındaki inşaat sektöründeki insanlar “Biz girebiliriz, Suriye'yi yeniden de inşa ederiz fakat finanse edilmesi gerekiyor” diyor. Türkiye bunu finanse edemiyor. O yüzden, Suriye Zirvesi Riyad’da yapılıyor, o yüzden eş-Şara ilk Suudi Arabistan'a gidiyor, Türkiye'ye gelemiyor. Çünkü Türkiye'nin istediklerini yapmak için kaynağı yok, birincisi bu.
İkincisi, ‘’Arap Baharı bagajı’’ dediğimiz bir şey var. Türkiye'nin Arap ayaklanmalarının ardından izlediği o İslamcı, bölgede İhvan’ı destekleyen politikası Türkiye'yi bölgede çok yalnızlaştırdı. İbrahim Kalın’ın o meşhur “değerli yalnızlık” dediği durum oldu. Ama o kadar değerli değildi ki, Türkiye o ilişkileri yeniden onarmak için bir sürü adım attı ve yıllarca çabaladı. Mısır’la, Suudi Arabistan’la, Birleşik Arap Emirlikleri ile ilişkilerini normalleştirmek için çok çabalayan taraf hep Türkiye oldu. Neden bu kadar çabaladı? Çünkü Türkiye ekonomisi kötüye gidiyordu ve Erdoğan'ın bu ülkelerle yeniden ilişkileri toparlaması gerekiyordu. Geldiğimiz noktada yeniden bu ülkelere “Ben artık Arap ayaklanmaları ardından izlediğim ‘devrimci politikayı’ izlemeyeceğim” mesajını veriyor. O yüzden her konuşmasında eş-Şara’nın kabinesindeki herkes aynı şeyi söylüyor: “Biz herkese de Türkiye’ye de eşit uzaklıktayız. Bunu çok sık tekrarlıyorlar, bu benim dikkatimi çekiyor. Özellikle yabancı ve Arap basınına verilen bütün röportajlarda “Biz Suudi Arabistan'a, Türkiye'ye ve bütün bölge ülkelerine eşit uzaklıktayız. Biz hiç kimsenin, Türkiye'nin de kontrolü altında değiliz. Türkiye'yi takdir ediyoruz, ama Türkiye ile diğer ülkelerden daha farklı bir ilişkimiz yok” mesajını veriyor. Bence, Ömer'in üçüncü dönem olarak isimlendirdiği dönemde Türkiye organik bir şekilde giremiyor. Çünkü kocaman bir bagajı var ve düzeltmek için çok uğraştığı bölge ülkeleriyle ilişkilerinin yeniden gerilmesini istemiyor. Çünkü bugün kaynakları küçülmüş ve imajı zayıflamış, bozulmuş bir Türkiye var.

Ruşen Çakır: Eş-Şara Türkiye'deyken, Netanyahu da Washington'daydı. Şaşırtmadı, çünkü daha önceden biliyorduk, Trump söylemişti ama çok daha net bir şekilde Gazze ile ilgili hayalini anlattı. Gönül, az önce Suriye'den bahsederken “Amerika askerini çekecek mi çekmeyecek mi, herkes bunu bekliyor” dedin. Trump'a bakılırsa, Trump Amerikan Ordusu’nu Gazze'ye yolluyor, sanki öyle bir hava var. Çünkü orayı boşaltıp, daha sonra bir sayfiye yerine mi çevirmek istiyor? Böyle garip garip söylemleri var. Ama burada açıklamalar yapıldı, herhalde Hakan Fidan ve Meclis Başkanı da olmak üzere herkes bunun olamayacağını, Türkiye'nin asla kabul edemeyeceğini söyleyecek. Ama bir kere cin şişeden çıktı. Amerikan Başkanı bunu alenen dillendirdi. Olacak gibi gözükmüyor ama oldurmak istiyor, çok acayip bir şey. 1 milyon 800 bin deniyor rakam. Yani 1 milyondan fazla Filistinlinin Gazze şeridinden çıkarılmasını dillendiriyor. Nereye gidecekler? Trump'ın hayalinde Ürdün ve Mısır vardı, onlar istemediklerini söylediler. Bir ara Endonezya, Arnavutluk gibi uzak yerler söylendi. Ne diyorsun Gönül? Bu iş olacak gibi gözükmüyor ama herhalde ciddiye de almak gerekiyor.
Gönül Tol: Dileyelim ki bu bir müzakere taktiği olsun, çünkü Trump bunu daha önce de yaptı. Trump'a destek veren izleyiciler sinirlenecekler ama bu gerçekten saçma sapan bir şey. Ben dünden bu yana bir sürü ciddi analist gördüm, “Bu bir akıl hastalığı belirtisi” diyorlar. Gerçekten bu olacak bir şey değil. Bu arada “Türkiye bunu kabul etmiyor” dedin ya, Türkiye'nin kabul edip etmemesinden daha önemli bir faktör var, o da Ürdün, Mısır ve Körfez ülkeleri kabul etmiyor. Trump bu açıklamayı yaptıktan sonra “Suudi Arabistan da bir Filistin Devleti kurulmasıyla da çok ilgilenmiyor” diye konuştu. Suudi Arabistan çok atipik bir şekilde, sabahın üçünde bir açıklama yayınladı ve “Gazze'nin boşaltılması kabul edilemez ve bizim de bir Filistin Devleti’nin kurulması konusunda tutumumuz değişmedi” dedi. Bu ülkelerin desteği olmadan, özellikle Körfez’in desteği olmadan bunların olmasına imkân yok. Çünkü Trump'ın planında, Körfez ülkeleri buradaki yeniden inşayı finanse edecekler. Trump neredeyse ‘’Buraya golf sahası da kuralım’’ diyecekti. Bu proje açısından en önemli ülkeler olan Körfez, Mısır ve Ürdün tarafından reddediliyor olması çok büyük bir problem. Bu olacak bir şey değil. Ama Trump’ın bunu dillendirmesi çok önemli. Bunu söylemiş olması neye yaradı? Bir kere Netanyahu'nun koalisyonunu kurtarmış oldu. Daha önce konuşmuştuk, Gazze’deki ateşkesin ardından, Netanyahu'nun koalisyonunda ayrılmalar oldu. Finans bakanı da ayrılacağı tehdidini yapmıştı, ki eğer finans bakanı da ayrılırsa, erken seçim gerekecekti ve Netanyahu'nun koltuğu sallantıdaydı. Dün, Trump'ın söylediklerinin ardından finans bakanı bir açıklama yaptı. “Aslında çok ilginç bir fikir, evet, Gazzelilerin bütünüyle Gazze’den çıkarılması fikrini destekliyorum” dedi. Dolayısıyla, Netanyahu'nun Trump'ın yanında otururken o kadar mutlu görünmesinin bir sebebi vardı. Çünkü Trump Netanyahu'nun koalisyonunu kurtardı. Trump gerçekten barış dizayn eden lider olarak anılmak istiyor. Eğer akıllıca davransaydı, bunu kullanarak ateşkes anlaşmalarının ikinci aşamasında Netanyahu'dan taviz koparabilirdi. “Bak ben bunu söyledim, senin koalisyonunu kurtardım. İkinci aşamada yapman gerekenleri yap ve İsrail Gazze’den çekilsin” deseydi, o zaman ben gerçekten bu söylediği saçma sapan şeyi takdir ederdim. Ama böyle bir konuşma olup olmadığından emin değilim.
İkincisi, dediğim gibi, Trump çok radikal şeyler söylüyor ve çoğu kez bunun bir müzakere taktiği olduğunu görüyoruz. Mesela Kanada'ya ve Meksika'ya %25 gümrük vergisi uygulayacağını açıkladı. Hemen bu ülkelerin liderlerine telefonlar edildi ve bu iki ülke “Tamam, biz senin istediğini yapacağız” dedi ve gümrük vergisi ertelendi. Bu ülkelerin ‘’Biz senin istediğini yapacağız’’ diyerek taahhüt ettiği şeyler, hâlihazırda yaptıkları şeyler. Sekiz yaşında bir çocuğu idare eder gibi ediyorlar. Trump, çok büyük bir problem varmış gibi bir drama yaratıyor. Mesela Kolombiya'ya da aynı şey yaptı. Buradan sınır dışı edilen iki uçak dolusu Kolombiya vatandaşlarını kabul etmezse, gümrük vergisi uygulayacağını söyledi, Kolombiya da kabul etti. Halbuki zaten Biden yönetiminde bu sınır dışı edilen insanları taşıyan 500'e yakın uçak Kolombiya'ya indi. Orada hiçbir problem yoktu, şimdi de yoktu. Trump çok büyük bir sorun yarattı ve sonuçta çıkıp kameralar karşısında “Bakın gördünüz mü, ben çok sert bir liderim ve meseleyi çözdüm” dedi. Hâlbûki çözdüğü bir şey yok.
Bütün bunlar Trump’ın bunu bir müzakere taktiği olarak kullanabileceğini gösteriyor. Mesela, Trump birinci başkanlık döneminde “İsrail Batı Şeria'yı işgal edebilir” dedi. Bunu kullanarak Birleşik Arap Emirlikleri ile İsrail arasında normalleşmeyi sağladı. Şimdi de eğer böyle bir taktik izliyorsa, ne âlâ. Trump'ın asıl ilgilendiği şey, Suudi Arabistan ve İsrail arasında diplomatik ilişkilerin normalleştirilmesi. Eğer elini bu kadar yüksekten açıp murat ettiği şey Suudi Arabistan'la bir normalleşme ise Suudi Arabistan dün yayınladığı mesajda bunun mesajını net olarak verdi: “Bizim normalleşmemiz için, Filistin Devleti’nin oluşmasına dair adımlar atılması gerekiyor” dedi. Bilemiyorum bunu bir taktiksel bir şey olarak mı kullanıyor? 

Ruşen Çakır: Ömer, Gönül bana çok iyi niyetli geliyor. Tamam, Trump müzakere için yapıyor olabilir, ama orada zaten yaşanmış çok büyük insanlık dramları var. Orada canını zor kurtarmış ve geleceğini göremeyen Gazzeli ailelerin “Trump burayı boşaltmak istiyor” sözüne gülüp geçeceğini sanmıyorum. O bir şeyler yaratacak herhalde, değil mi? Bilemiyorum, olduğu gibi insanları taşımak olmayacaktır, ama bayağı bir gerginliğe de neden olur sanki.
Gönül Tol: Tabii ki çok dramatik bir şey, gerçekten orada yaşanmış çok büyük bir acı var. Ama diğer taraftan da dünyanın en güçlü ülkesi Amerika'ya Başkan seçilmiş bir adam, bu kadar ciddi bir akıl hastalığıyla mücadele ediyor olamaz. Bunun bir mantığı vardır herhalde diye düşünüyor insan. O yüzden Kanada'yla Meksika’yla etkileşimine baktığımda bunu düşünüyorum. Belki de haklısın, gerçekten belki de bunun olabileceğini düşünüyor. Ama iyi haber, ben normalde Körfez ülkelerinin, Arap ülkelerinin Filistin konusundaki tavrını çok eleştiren bir insanım. Ama dün Suudi Arabistan'ın hemen alelacele o mesajı yayınlamasını takdir ettim. Bu da Trump'a ‘’o kadar da değil, hepimiz de senin cebinde değiliz’’ mesajı veriyor.

Ruşen Çakır: Ne dersin Ömer?
Ömer Taşpınar: Trump'ın Ortadoğu temsilcisi Steve Witkoff. Ortadoğu'yu bilen birisi değil, Trump gibi emlak ve inşaat sektöründen gelen birisi. Geçen hafta Gazze'yi ziyaret etti. İsrail'e, Birleşik Arap Emirlikleri’ne, Suudi Arabistan'a gitti. Trump'a “Gazze yaşanılacak bir durumda değil. Gazze’nin %90’ı yıkılmış durumda. İnsanların orada yaşamasına imkân yok. Evlerin %90’ının içi yaşanabilecek durumda değil. Hâlâ patlamamış mayınlar var. Muhtemelen bu enkazların altında 10 bin kişi daha var. Toplam ölü sayısı 45 bin değil, 55-60 binden daha fazla olabilir. Burası yaşanacak bir durumda değil. Bu insanlar ne yapacak?” mesajını verdi. Trump'ın zaten böyle bir mesaj alacağı belliydi. Yaklaşık bir haftadan beri Gazzelileri oradan çıkarmak gerek gibi bir mantıkla hareket ediyor. “Gazzeliler de zaten o enkazla yaşamak istemiyorlar, onlar da bir şekilde yaşanacak bir yer arıyorlar. Halep yıkıldığında Halep'tekiler ne yaptı? Bir sürü insan Türkiye'ye geldi. Onlar da gidecek bir yer arıyorlar” diye düşünüyor. Ben böyle bir mantık yürütüyorum. Kendi kafasında, Ürdün'ün %70'inin Filistinli olduğunu, Mısır'ın hiçbir şekilde kabul etmeyeceğini düşünmüyor, “Bir şekilde bu ülkelerin Filistinlileri almasını zorlarım” diyor. Etrafında bazı mantıklı danışmanlar olsa “Gazzeliler tabii ki bu enkazın içinde yaşamak istemiyorlar, ama topraklarından da vazgeçmek istemiyorlar. Dolayısıyla bizim yapmamız gereken şey, prefabrik evler, çadırlar kurmak, oraya bir altyapı getirilmesi için insani yardım yapmak” derler.
Ama Trump ne yaptı? Amerika'nın Dışişleri Bakanlığı'na bağlı olan ve insani yardım yapan kuruluşu US AID’i lağvedeceğini açıkladı. Elon Musk bunun Marksistlerle dolu bir yuva olduğunu, buranın yıkılması ve kapatılması gerektiğini söyledi. Bizim okulda da buradan ders veren hocalar, paketlerini toplayıp izne ayrıldılar. Çünkü göreve gelmemeleri söylendi. Şu anda Amerika'nın insani yardım yapacak kuruluşu kapatılıyor. Amerika'da bürokratik bir kaos yaşanıyor. FBI’da, 6 Ocak ayaklanmasında görev almış 5 bin kişinin işten çıkarılacağı konuşuluyor. Bürokrasi içinde 3 trilyon dolarlık harcamanın durdurulması konuşuluyor. Kongre buna izin vermeyeceğini söylüyor. Tam anlamıyla bir kaos yaşanıyor.
Dün Trump, Netanyahu gelmeden ‘’bu Filistinlileri buradan çıkaralım, burayı yeniden kurmamız gerekecek. Buranın yeniden kurulması için de bir şekilde galiba Amerika'nın girmesi gerekecek” diye parlak bir fikir düşünmeye başladı. Aslında yapması gereken şey, Gazze'nin yeniden kurulması için Arap ülkelerini, Suudi Arabistan'ı, Birleşik Arap Emirlikleri’ni, Ürdün’ü ve Mısırı masaya çekmek. Bir Arap güvenlik gücü oluşturulup İsrail'in de kabul edebileceği bir şekilde buraya girmesi. Bunlar konusunda adım atmak yerine “Gerekirse belki biz geliriz, burayı da alırız, burayı da ihya ederiz, tekrar kurarız” diyor. Steve Witkoff da dün bir tweet atıp “Belki de Mar-a-Lago benzeri Gaz-a-Lago gibi bir yer kurarız” diyor. Ciddiyetten son derece uzak, yapılamayacak ve o sabah aklına gelmiş bir projeyi, sanki çok büyük bir stratejinin ürünüymüş gibi basınla paylaşıyor. Tabii ki yanında kıs kıs gülen bir Netanyahu var. Çünkü bu cümleler onun duymak istediği şeyler. Bunların fizibilitesi, yapılabilirliği üzerinde düşünülmüşlüğü yok.
Gönül Tol: Ahlâkiliği de yok.
Ömer Taşpınar: Ahlâkiliği zaten yok, Trump'tan bunu beklemezsin. Önemli olan, bir inşaat sektöründe çalışmış birisi olarak, ‘’sen bu toprağa sahip misin? Bu toprağa nasıl gireceksin, burayı nasıl alacaksın, hangi uluslararası hukuki platformunda alacaksın?’’ Bunları düşünmeden ortaya bir taş atıyor ve biz de ‘’nasıl yapacak, bu nasıl olur?’’ diye o taşı konuşmak zorunda kalıyoruz. Muhtemelen bugün Beyaz Saray’da basın toplantısı yapılacak ve gazeteciler bunun fizibilitesini, nasıl olacağını soracaklar. Bütün stratejisini, Çin'i öne alıp, Asya Pasifik'te daha ön planda olup Ortadoğu'dan çıkmak üzerine kuran bir Trump yönetimi nasıl olur da Ortadoğu'nun en çetrefil meselesi olan Gazze'ye binlerce asker yığmaktan ve orayı ilhak etmekten bahsedebilir? Ve yine fazla düşünmeden “Kanada bizim 51’inci eyaletimiz olsun, Grönland’ı alalım, Meksika Körfezi’nin adını değiştirelim” diyebiliyor. Şu anda da Gazze dördüncü ilhak etmek istediği yer. Bunların arkasında çok ciddi bir mantık yok. Diğerlerinde belki bir mantık arayabilirsin. İlk başta atılmış bir adım ve pazarlığa gidecek bir ön salvo olarak düşünülebilir. ‘’Grönland'ı almak istiyoruz’’ demesi Danimarka’yla oturmasını gerektirecek, Grönland'ı almak Amerika'nın askeri ve ekonomik çıkarlarına uygun bir şey. Çünkü çok önemli, o arktik bölgesinde bir rekabet var. Kanada'yı tabii ki satın alamazsın, ilhak edemezsin de Kanada'ya, tarifelerle ve ticaretle daha çok baskı kurmanın bir mantığı var. Meksika'ya baskı kurmanın bir mantığı var.
Mesela ABD Dışişleri Bakanı Panama Kanalı’na gitti. Biz Panama Kanalı’nı ciddiye almadık ama Marco Rubio’nun bakan olduktan sonra ilk yaptığı ziyaret Panama'ya oldu ve Panama hükümetini, o kanalı işleten ve iki ucunda bulunan Çin şirketini bir şekilde oradan çıkarmaya ikna etti. Oradan El Salvador’a gitti ve oradaki yönetimle Amerikan hapishanelerinde bulunan bazı kişilerin El Salvador'a geçmesini bile kapsayacak bir anlaşma imzalatıyor. Yani belirli mantıklar altında bazı şeyleri yapabiliyor, fakat Amerika'nın Gazze'yi ilhak etmesi, burayı alması ve buraya asker çıkarmak istemesini nasıl düşündü, kiminle tartıştı? Bu bir strateji midir? Pazarlıktaki ilk adım mıdır? Neyin pazarlığı bu. Suudi Arabistan'dan böylece ne isteyecek, “Siz asker koyun yoksa biz mi gireceğiz” diyecek? Ben Suudi Arabistan'ın yerinde olsam, “Hadi gir bakalım kolaysa” derim. Nasıl girecek buraya? Amerika'nın bütün inandırıcılığı, uluslararası hukuktaki bütün sistem altüst olur. Bunu yapamayacağı belli. Amerikan askerlerinin Gazze'ye girdiği, Amerika'nın Gazze'yi ilhak ettiği bir Ortadoğu konjonktüründe, bu neyin pazarlığını getirecek, Amerika'nın hangi çıkarına cevap verecek? Bunları düşünmek de çok zor. Bana göre, o sabah aklına gelen ve o çok parlak Ortadoğu danışmanının “Burayı tekrar kurmak gerek. Burayı da gerekirse biz ilhak eder ve kurarız. Burayı bir rivieraya çevirir, ihya ederiz” demesi… Peki, insanlar buraya nereden gelecek? Gazzelileri çıkarıyorsunuz, onlar geri mi gelecek? CNN muhabiri “Buraya geçici olarak çıkarıp sonra o kurduğunuz güzel rivieraya Gazzelileri mi yerleştireceksiniz?” diye bir soru geldi. Trump cevaben “Bütün dünya oraya gelecek” dedi. Orayı bir turizm bölgesi olarak düşünüyor.

Ruşen Çakır: On ay önce, Trump’ın damadı Kushner “Bu Gazze çok güzel bir yer” diye bir açıklama yapmıştı. Zaten burası ailenin bir gayrimenkul olarak gördüğü bir yer.
Gönül Tol: Bizim Cumhurbaşkanımızdan da çok farklı değil. Erdoğan da her felakette, inşaat sektörü için parlak bir şey görüyor. Trump böyle şeyler yapıyor, zaten umurunda da değil. Çünkü dört yıl Beyaz Saray’da kalacak, sonra ne olursa olsun. Stephen Walt önemli bir akademisyen, Foreign Policy dergisinde yazıyor. Geçenlerde güzel bir yazı yazdı. Diyor ki: ‘’Uluslararası ilişkiler literatüründe kullanılan bir paradigma vardır.’’ Walt buna “realist ekol”, “güçler dengesi” ya da “tehdit dengesi” diyor. Uluslararası sistem çok kaotik olduğu için, hiçbir ülke, bir başka ülkenin tek başına çok fazla güç elde etmesini istemez. Stephen Walt’un eklediği şey şu: “Sadece güç elde ettiğinde değil, aynı zamanda, bu güç elde eden aktör diğer ülkeleri tehdit ettiğinde, bütün ülkeler bir araya geliyor ve o tehdidi dengelemeye çalışıyor” diyor. Uluslararası ilişkilerde bu ekolden bahsediyor ve “Amerika çok uzun zamandır dünyanın en güçlü ülkesi. Fakat Amerika'nın gücünü dengeleyecek bir blok oluşmadı. Çünkü büyük oranda ülkeler, Amerika'yı ‘iyi bir güç’ olarak gördüler. Kendi topraklarını tehdit eden bir unsur olarak görmediler. Bu nedenle de ona karşı bir blok oluşamadı” diyor. Fakat şimdi komşularının toprağını almak isteyen, Ortadoğu’da Gazze’yi boşaltmak isteyen, askeri güçten, herkese gümrük vergisi uygulamaktan bahseden böyle bir Amerika var, “bu, kaçınılmaz olarak Amerika karşıtı bir bloka evrilecek” diyor Walt. Ama tabii bu Trump'ın sorunu değil, çünkü Trump 4 yıl aramızda.

Ruşen Çakır: Ömer son olarak şununla bitirelim: Ortadoğu'dan çıkacak olan Trump'ın bütün dikkat çeken açıklamaları, Ortadoğu üzerine. İran'la ilgili de maksimum yaptırım uyguluyor. Türkiye'nin de daha fazla etkileneceği söyleniyor. Ama ‘’İsrail'in İran'a müdahalesi olursa, ABD destekler mi?’’ diye sorulduğunda cevap vermiyor yanlış okumadıysam. Çünkü maksimum yaptırımla beraber, İran'ın ABD ile görüşme seçeneği artık ortadan kalkmış gibi olacak ve İran'ın nükleer programını kendi başına geliştirme ihtimali teorik olarak söz konusu olacak. İsrail de bunu bahane ederek olaya müdahil olabilecek gibi zincirleme senaryolar var. Bu maksimum yaptırım tam olarak nedir, gerçekten işlevsel olur mu? Yoksa burada da yine bir müzakere kapısı mı açmak istiyor? Ne diyorsun?
Ömer Taşpınar: Trump, birinci döneminde uyguladığı politikaya devam etmek istiyor. Dünkü basın toplantısında kendisine soruldu bu: “İnanın istemeyerek bunu yapıyorum, çünkü İran halkını çok seviyorum. Ama birinci dönemimizde bunu yaptık, şimdi Çin'e de almamasını söyleyeceğiz. İran'ın Çin'e petrol satmasını ve İran'ın para kazanmasını engelleyeceğiz” diye açıkladı. Aslında haklı, çünkü İran, petrolünün çok büyük bir oranını Çin'e satıyor. ‘’Ama aynı zamanda İran'la büyük bir anlaşma yapmak istiyorum. Umarım bunu yapabiliriz ve umarım, İran nükleer silaha doğru gitmez, bu, kendileri için bir felaket olur’’ dedi. Basına yansıyan haberlere göre, Amerikan istihbaratı raporları, İran'ın nükleer silaha doğru gitme niyetinde olabileceği, İran'da bazı grupların, hatta mühendislerin bu konuda bir an evvel ilerlemek istediklerini söylüyor. Tabii ki bu mühendislerin yapacağı bir şey değil ama İran'da bu sesler çok yükseliyor. Çünkü İran gerçekten bölgede zayıflamış durumda. En son Suriye'yi de kaybetti. Hizbullah'ı, Hamas'ı kaybetti, kendi füze Savunma sistemlerini kaybetti. Şu anda çok zayıf. Elinde pazarlık olarak tutabileceği ve kendini güçlü hissedebileceği bir tek nükleer konusu var.
Ama İran'da şu anki tartışma, ‘’Biz bu nükleer meselesini nükleer silaha doğru giderek mi kullanalım yani Kuzey Kore modelini mi takip edelim?’’ meselesi. Tabii bu İran için bir intihar olur. Çünkü İran’ın içindeki İsrail istihbaratı ortada. İsmail Haniye’yi nasıl vurdukları, rejimin ne durumda olduğunu İsrail istihbaratı çok iyi biliyor. İran'ın birkaç hafta içinde bir bomba yapabilme ve bunları kullanılabilme olanağı pek yok. Bombaların balistik füzenin üzerine konulabilecek büyüklükte olmadığı, birkaç tane basit ama büyük bombalar olduğu söyleniyor Buna doğru gitmek, elindeki uranyumu nükleer silaha çevirmek bile tabii ki İsrail açısından bir kırmızı çizgi. İsrail'in, Amerika’yla ya da Amerika’sız saldıracağı ortada. Bence Amerika olmadan saldırmaz, Trump yönetimi de arkasında durur. Bu “bunker buster” dediğimiz, çok daha derine inebilen, çok daha büyük zayiat verebilen bombalarla beraber, bir intihar olur İran için. Çünkü İran saldırıya uğrar. Tabii bundan en çok korkanlar, Körfez ülkeleri. İran bu tür bir saldırıya uğradığında, misilleme yaparak, Amerika'nın Körfez'deki askeri üslerine balistik füze fırlatmak zorunda kalabilir. Tabii onlar kendilerini korurlar, o ayrı. Ama bu bir felaket senaryosu ve Trump dünkü basın toplantısında altını çizerek 5-6 kez “Umarım İran bir delilik yapmaz, bu onlar için büyük bir felaket olur. Ben İran'la büyük bir anlaşma imzalamak istiyorum” dedi.
Bana göre Trump’ın buradaki stratejisi belli: İran'ı ekonomik olarak daha da zayıflatıp masaya çekmek. İyice zayıflamış ve bir bakıma ekonomik olarak neredeyse ümitsiz hâle gelmiş bir İran'la masaya oturup, İran'ı bir şekilde hem nükleer konusunda hem de bölgede hâlâ destekçisi olduğu Husiler, Haşdi Şabi veya uzun dönemde hâlâ Hamas ve Hizbullah üzerinde de İran’ın planları olabilir, bunlar üzerinde de tavize zorlayacak büyük bir anlaşmaya doğru götürmek istiyor. Bence Trump’ın planı İran'la savaşmak değil, İran'la bir barış anlaşması imzalamak ve bunu İran'ı zayıflatarak, ekonomik olarak ciddi bir baskı altına alarak yapmak istiyor. Burada bana göre bir strateji var; Gazze ve Filistin meselesinin aksine, bir strateji izlediğini söyleyebiliriz. Dün de çok net bir şekilde İran'ı, İran halkını, İranlı Amerikalıları övdü ve “Ben İran'la savaşmak istemiyorum. Umarım uygulayacağımız bu ekonomik baskı, Çin'e petrol satmalarını engellemeye yarar. Benim istediğim İran'la büyük bir anlaşma yapmak” dedi.

Ruşen Çakır: Gönül, sen de aynı düşüncede misin? Ömer “Trump, İran’ı masaya zayıflatarak oturtmak istiyor” diyor.
Gönül Tol: Evet, Ömer’e tamamen katılıyorum. Ben de şunu ekleyeyim: Türkiye'ye etkisi ne olacak? Aslında Türkiye, İran'a enerji bağımlılığını azaltmak adına, Trump'ın ilk başkanlık dönemindeki ‘’maksimum baskı’’ politikasından sonra pek çok adım attı. Ayrıca ticari ilişkilerde bir düşüş yaşandı. Fakat yakın bir zamanda yeniden İran'dan ham petrol alımına başladı. Biden yönetiminde bunun engellenmesi için bir karar geçirildi. Buna “ship” deniyor. Evet, İran petrolü büyük oranda Çin'e gidiyor. Fakat Türkiye gibi ülkeler de yaptırımın delinmesinde bir rol oynuyorlar. Aslında biraz da buna Biden yönetimi göz yumdu. Mesela bu 2024'te “ship” denen şey, Kongre’de çok tartışıldı. İran petrolünün transferi için Türkiye'deki limanlarının kullanılması, Türkiye'de bunları işleyen yerlerin yaptırım kapsamına alınması gibi şeyler vardı. Kongre’de hep “Türkiye aslında İran rejiminin delinmesinde önemli bir rol oynuyor ve Biden yönetimi buna göz yumuyor” diyordu. Şimdi Trump çok kararlı, “Petrol satışını sıfıra indireceğiz” diyor. Tabii çok zor. Çin neden bunu kabul etsin? Ama bu bağlamda, gözlerin Türkiye'ye dönmesi de söz konusu. Çünkü eğer Çin'de bir siyaset değişikliğine sebep olamazsa, özellikle Trump’ın müttefik kabul ettiği, yakın gördüğü Türkiye gibi ülkelere baskı artacaktır diye düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Evet, çok yoğun bir hafta oldu, yayın da öyle oldu. Bakalım bunlar önümüzdeki günlerde nasıl gelişecek, yeni neler olacak? Bu arada biz Türkiye'de bütün bunlarla bir şekilde alâkası olan Abdullah Öcalan'ın yapacağı açıklamayı bekliyoruz. Açıklama yapacağı kesinleşti gibi. Bakalım özellikle Suriye konusunda neler olacak? Ömer Taşpınar ve Gönül Tol, çok teşekkürler. İzleyicilerimize de teşekkürler. Haftaya buluşmak üzere, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
16.02.2025 Bahçeli iyi, Erdoğan kötü polisi mi oynuyor?
10.02.2025 Kürt sorununun çözümü için neler gerekli? Prof. Mustafa Erdoğan ile söyleşi
09.02.2025 Bu AK Parti’nin İstanbul’u geri alması çok ama çok zora benziyor
07.02.2025 Haftaya Bakış (253): CHP'de adaylık tartışması | Öcalan'ın açıklamasını beklerken
07.02.2025 Seçmenin siyasete ilgisizliği devam ediyor: Burak Bilgehan Özpek ile söyleşi
06.02.2025 AKP oyları yeniden düşüşte: Hatem Ete ile söyleşi
05.02.2025 Transatlantik: Trump gözünü Gazze'ye dikti | İran'a ABD'den maksimum yaptırım | Eş-Şara'nın Türkiye ziyareti
03.02.2025 Meral Danış Beştaş anlatıyor: Türkiye Kürt sorununun çözümüne ne kadar yakın?
02.02.2025 İmamoğlu mu, Yavaş mı, ikisi birden mi yoksa hiçbiri mi?
30.01.2025 Suat Toktaş gazeteci olduğu için tutuklandı
16.02.2025 Bahçeli iyi, Erdoğan kötü polisi mi oynuyor?
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı